XVIII. YÜZYILDA OSMANLI DEVLETİ
Avrupa Cephesinde Karlofça Antlaşması (1699) on altı yıl önce (1683)’de başlamış seferlere bir son verirken ciddi bir geri çekilişin de işareti oldu. Bu olay aynı zaman-da Osmanlıların genel politikaları ve amaçları üzerinde uzun vadeli değişikler yaratırken ( Osmanlı Devleti Karlofça'dan sonra kaybedilen toprakları geri almak amacını yaklaşık bir yüzyıl sürdürürken, aynı zamanda Avrupa’ya bakış açısını değiştirdi. Avrupa’nın teknik üstünlüğü kabul edilerek bu yolda ıslahatlar yapıldı.)
Osmanlı Devletinde padişah değişikliğine kadar gidecek ani etkileri de yaşandı
Barışın imzalanmasından 4 yıl sonra 1703’te padişah II. Mustafa’nın bir kapıkulu-ulema darbesiyle tahttan indirilmesi, dönemin güçlü şeyhülislamı Feyzullah Efendi-nin ayaklanan askerler tarafından öldürülmesi olayları yaşandı. Osmanlı tarihinde Edirne Vakası diye bilinen bu olay görünüşte Karlofça ile ilgili değil gibidir. Fakat olayın genel niteliğine baktığımızda 1703’te Edirne Vakası 1683’ten beri süregelen 20 yıllık sarsıntının noktalanması olarak görebiliriz. Basit bir maaş davası gibi görünen, bir avuç cebecinin kazan kaldırması ile başlayan olay neden bu kadar büyüyüverdi? Neden şeyhülislam isyancıların hedefi oldu birden?
İstanbul yönetimi daha savaş sonuçlanmadan Anadolu’da Yörük aşiret halkını, Türkmenleri yeni bir Celali dönemi yaşanmasın diye yerleşik köylü hayatına geçme-ye zorladı. Karlofça’dan sonra da genel olarak durumunu düzeltici tedbirleri ihmal etmedi devlet. Savaş yıllarının ağırlaşan vergi yükü indirildi. Ödenmemiş bazı vergi-ler silindi. Savaş alanlarına yakın Hıristiyan bölgelerde bile bir yıl için affedildi. Osmanlı devleti savaşın açtığı yaraları sarmaya çalıştı bu şekilde. Ancak savaş sıra-sında kapıkulunun sayısı durmadan arttırılmış, bazıları yeniçeri ailelerinden, binlerce kişi padişah ulufesine bağlanmıştı. Barış döneminde bu kişiler defterden silindiği gibi, geri kalan kapıkulunun ulufesi de hala aksamaktaydı. Kapıkulu zaten genel ola-rak Karlofça’ya karşı çıkan, savaşı sürdürmek isteyenlerden yanaydı. Barışın beşinci yılında kapıkulu kendini ezilmiş, padişahın gözünde önemini kaybetmiş hissediyor-du. Padişah askerinden yüz çevirmiş gibiydi. Bu durumda kapıkulunun tümden isyancı cebecilerle birleşmesi güç olmadı.
II. Mustafa’nın tahttan indirilmesindeki ikinci faktör İstanbul Edirne rekabetiydi. Yarım yüzyıldır, Köprülü Mehmet Paşanın vezirliği döneminden beri Edirne adeta payitaht olmuş, İstanbul ikinci plana düşmüştü. 1657’den sonra hem IV. Mehmet, hem de kendisinden sonraki sultanlar Edirne’yi yeğlemeye başladılar. Padişahlar adeta İstanbul’da, kapıkulu baskısından, çıkarcı paşa ve efendilerin siyasal entrikalarından kaçarcasına Edirne’ye yerleşir olmuşlardı. II. Mustafa döneminde de padişah Edirne’de yeni saraylar yaptırmaya başlayınca İstanbul’daki kapıkulunun, ulema ve ümeranın telaşı büsbütün arttı. Devlet memurları padişahın Edirne’ye yerleşmesiyle siyasal ağırlıklarını kaybetmekten korkarken, İstanbul halkı da, sarayın tüccardan, esnaftan yaptığı alımların azalacağından, böylece şehrin ekonomik hayatının söneceğinden çekiniyordu. İşte hem siyasal hem ekonomik nedenlerle ayaklandı İstanbul halkı.
Edirne vakasında öldürülen Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin durumu da o dönemdeki Osmanlı yönetimi ile ilgili sonuçlar çıkarabilmemiz açısından önemlidir.
Feyzullah Efendi II. Mustafa’nın hocası olması sebebiyle ulema rütbesinin en üst kademelerine ve şeyhülislamlık makamına getirilmiştir. Bu süre içinde padişahla kişisel ilişkisi dolayısıyla siyasi ağırlığı o kadar arttı ki, yalnızca ulemayı yönetmekle kalmadı, bütün siyasal yönetimi ele geçirdi neredeyse. En önemli ulema rütbelerini teker teker kendi çocuklarına, ailesine konağı mensuplarına dağıttıktan sonra, kendi ölümünde yerine geçmek üzere şeyhülislam adayı olarak büyük oğlunu padişaha onaylattı. Vezirler ve paşalar ise bizzat padişahın emriyle şeyhülislamın bütün siyasal kararlarına karışmasına, hatta yön vermesine katlanmak zorundaydı. Osmanlı siyasal düzenini tümüyle ele geçirmek hırsı Feyzullah Efendinin korkunç bir şekilde öldü-rülmesinin nedenidir. Bunun dışında Feyzullah Efendinin Karlofça Anlaşmasını des-tekleyen barış yanlısı grubun temel direği olması, yeni bir rasathane yapmak için Avrupalı bilginlerle ilişkisi de ona olan kin ve nefreti arttırmıştır.
Edirne Vakası sonunda padişahın şeyhülislamı isyancılara teslimi onu kurtaramamış II. Mustafa da tahttan indirilerek yerine kardeşi III. Ahmet geçirilmiştir.
III.AHMET Dönemi
III. AHMET DÖNEMİ (1703 1730)
OSMANLI DEVLETİNİN BARIŞÇI SİYASETİNİN TEMELLERİ (1703-1739)
Edirne Vakasından sonra derhal İstanbul’a gelen padişahın en önemli sorunu tahtını sağlama almak ve payitahtta genel durumu yatıştırmaktı. Padişahın derdi sadece ken-di durumunu kurtarmak değildi. IV. Mehmet’in tahttan indirilmesinden beri ciddi olarak zedelenmiş olan hükümdarlık otoritesini yeniden kurabilmekti. Çünkü Edirne vakası sırasında kapıkulu ve ulema arasında kimin padişah olacağı tartışılmış, bazıları Şehzade Ahmet yerine 11 yaşındaki Şehzade İbrahim’in seçilerek çocuk yaştaki padişahı daha kolay etki altına alabileceklerine inanmışlardı. Hatta bazı isyancılar arasında ‘Sülalenin tılsımı yoktur, başka kişiler başka aileler de tahta geçebilirdi düşüncesi vardı. Asıl istedikleri Cezayir ve Tunus ocaklarında olduğu gibi askerin önermesiyle başa geçirilen bir önder bulmaktı.’ Diyor Naima. Osmanlı devlet geleneğini kökünden değiştirecek bu düşünceler daha çok ulemanın etkisiyle törpülendi ve kanuna, şeriata, geleneğe uygun gördükleri III. Ahmet padişah oldu.
Bu neden III. Ahmet bütün dikkat ve gayretini, iç siyasi yapıyı yatıştırmaya yöneltmişti. Yeni dış çatışmalar Kapıkulunun sayısının artmasına ve tehdit olmasına neden olabilirdi. Bu nedenle de dış siyasetteki değişiklikler Osmanlı lehine döndüğünde Osmanlı bu fırsatlardan yararlanmaya yanaşmadı.
Karlofça’dan birkaç yıl sonra Osmanlı bir dizi savaşlarda
Osmanlı Devleti Rusya ile savaşta
Bu fırsatlardan ilki Macaristan’ın durumu idi. Karlofça ile Habsburg devletinin Macaristan egemenliği kesinleşmişti. Osmanlı döneminde bağımsız davranabilen Macar asilzadeleri yeni yönetimden memnun değillerdi ve direnişe geçtiler. Ancak Osmanlı yönetimi Macar direnişine seyirci kaldı. İkinci fırsat Doğu Avrupa’daki İsveç-Rus çatışmasıyla ilgiliydi. Baltık denizi kıyılarında Rus-İsveç rekabeti kızışmaktaydı. İsveç, Rusya’ya karşı Osmanlılara işbirliği önermiş ancak Osmanlı devleti Rusya ile savaşa girmek istememiştir. Ancak Osmanlı devleti neredeyse zoraki bir şekilde Rusya’yla savaşacaktır. Ruslara yenilen İsveç kralı ve Kazak başbuğu Osmanlılara sığınınca Rusya’nın bunların kendisine verilmesi konusunda baskıları başlamış üstelik Çar Petro Balkanlardaki Ortodoks Reayayı Osmanlılara karşı kışkırtmaya başlamıştır. Ancak Çar Petro beklediğinden çok güçlü bir Osmanlı ordusu ile karşılaştı. Bu Osmanlı ordusu Kırım’daki Prut kıyısında Kırım, Polonya ve İsveç birliklerinin yardımıyla Rus ordusunu sıkıştırmıştır. Osmanlı ordusunun bu üstün durumuna karşın Prut barışının Azak kalesinin geri alınması, Ukrayna’da Dinyeper boyunun güvenliğinin sağlanması, İsveç kralının serbestçe ülkesine dönmesinden başka bir kazanç getirmemesi Osmanlının müttefiklerinin tepkisine neden olduğu gibi padişahın bu barışı yapan vezir-i azam Baltacı Mehmet Paşayı azletmesine neden olmuştur.
1711 Prut seferinin ve barışının asıl anlamı,
bu çağda Osmanlı devlet adamlarının siyasal askeri çekingenliğini ortaya koymasıdır.
Gerçek şu ki Baltacı Mehmet Paşa askeri bakımdan ordusunun üstün durumunu kav-rayamamıştı. Barış önerisini reddederse çıkacak çatışmanın kötü bir sonuca varabile-ceğinden korkuyordu. Dahası sefer sırasında Avusturya’nın tutumunu çekingen bir dikkatle izliyordu. Osmanlılar bu seferin Osmanlı topraklarını koruma amaçlı oldu-ğunun güvencesini Avusturya’ya vermişlerdir. Kısacası Osmanlılar Prut başarısından Karlofça'nın yarattığı eziklik yüzünden gerektiği gibi yararlanamadılar. Ancak Prut'ta büyük bir fırsatın kaçırıldığı inancı 12 yıldır süregelen bezginliğin kaybolmasına yol açmıştır.
Rusya’ya karşı kazanılan zafer Osmanlının kendine güvenini geri getirdi
Venedik’e karşı da başarı gelebileceği inancını güçlendirdi.
Osmanlı Venedik ile savaşa girdi ..... arkasından Avusturya ile savaşmaya başladı.
Nitekim Rusya karşısında elde edilen başarılar yani Karlofça barışındaki kayıpların geri alınması diğer cephelerde de aynı başarıların elde edilebileceği inancını güçlen-dirdi. Osmanlı ülkesi içinde olan Karadağ’da çıkan ayaklanmalarda parmağı olduğu gerekçesiyle Venedik'e savaş açıldı. Bu gerekçe Avusturya’ya da bildirildi ki Karlofça genel barışının bozulduğu havası uyanmasın. 1715’de başlayan seferde Osmanlı ordusu ve donanması üst üste başarılarla Mora'yı ele geçirince başlangıçta sessiz kalan Avusturya işe karıştı. Anlaşılan İstanbul’da olduğu gibi Viyana’da da Osmanlıların Avrupalıları tek tek yenebileceği kanısı güçlenmişti. Avusturya sıranın kendisine gelmesini beklemektense Venedik'in yanında savaşa katılmaya karar verdi. Avusturya’nın ültimatom havası taşıyan notası üzerine Osmanlı devleti Avusturya üzerine sefer açtı. Ancak bu sefer Osmanlı için yeni bir felaketle sonlandı. Bu dönem savaşları sonunda Avusturya’yla yapılan 1718 Pasarofça Antlaşmasına göre Temeşvar, Belgrat ve Eflak’ın batı bölümü elden çıkıyordu.
Pasarofça ile Osmanlının dış siyaseti değişiyor
Pasarofça Antlaşmasının Osmanlı dış politikasına etkisine baktığımızda ise şu durumla karşılaşırız: Osmanlılar Karlofça'nın kayıplarını geri alma girişiminde Rusya ve Venedik'e karşı başarılı olmuştu ama Avusturya’ya karşı yaşanan başarısızlık Karlofça’nın kayıplarını savaş yoluyla alma girişimlerinin bir süre için unutulmasına neden oldu. Tam tersine Osmanlı dış siyasetinde barış taraftarları hakim oldu. Oysa Osmanlı devleti genişleme siyasetine dayanarak kurulmuş bir devletti. Yüzyıllarca genişleme siyaseti devlet kurumlarının gelişmesini etkilemiş, Osmanlı devlet yapısı-nın ve iç düzenin niteliğine de şekil vermişti. Karlofça ve Pasarofça Antlaşmaları ise Osmanlı devletinin batı sınırında yeni bir dengenin habercisi oldu. Artık Osmanlı devleti hiç olmazsa Avrupa cephelerinde genişleme siyasetini bırakmış, Avusturya’nın aleyhine genişlemesini durduracak savunma tedbirlerine başvurmaya başla-mıştı.
Pasarofça Antlaşmasından sonra Osmanlı Devleti batıyı tanımaya çalışıyor
Laleye ve Avrupa’ya Olan Merak Artıyor “Lale Devri”
Pasarofça Antlaşmasının imzalandığı 1718 yılına kadar son 20-25 yıldır Osmanlılar tarihlerinde ilk defa savaştan çok barışı kurmak ve korumak amacını güdüyorlardı. Bu durum genel Avrupa siyaseti ile çok yakından ilgilenmek ihtiyacını duyurmuştu. Diplomatik ilişkilerin önem kazanması, hasımlarla arabulucularla olan ilişkiler Os-manlılara sığınan devlet adamlarının etkileri, 18. YY’nin başlarında Osmanlıların Avrupalıları çok daha yakından tanımasının nedenleri oldu.
Osmanlı devlet adamlarının yeni bir gözle izlemeye başladığı Avrupa ise, gittikçe hızlanan bir değişim içindeydi. Aydınlanma çağının Avrupalı düşünürleri için ana sorun bütün dünya toplumları ve tarihin her döneminde geçerli, yani evrensel denebilecek toplumsal ve siyasal kuralları saptayabilmekti. Doğa bilimlerindeki gelişmeler de Avrupalı düşünürleri etkilemekteydi. Doğada evrensel, her zaman ve her yerde geçerli olan kurallar olduğuna göre, sosyal bilimleri için de bu tür kurallar olmalıydı. Bu düşünce Avrupalı aydınları ve bilim adamlarını tarihe, Avrupa dışı toplumlara daha bir dikkatle bakmaya yöneltti. 18. yy Avrupa’sındaki Osmanlı, Çin, İran modaları bu yeni merak ve ilginin sonucuydu.
18 yy.’nin başında Avrupa’da, Asya toplumlarına karşı ilgi arttığı sırada Osmanlı yöneticileri de Avrupa’ya karşı tepeden bakmayı bırakıp Avrupalı diplomatları yeni bir dikkatle izlemeye başladılar. Pasarofça Antlaşmasından sonra Viyana’ya ve Pa-ris’e elçiler gönderilerek Avrupa diplomasi sahnesine adım atıldı. Hatta Paris’e gönderilen Yirmisekiz Mehmet Efendiye verilen talimatta sadece siyaset ve diplomasiyle değil toplumsal ve kültürel hayatla da ilgilenmesi, gördüğü işittiği ilgi çekici gelenekleri, yenilikleri bildirmesi istenmişti. III. Ahmed'in saltanatının Pasarofça’dan sonraki 12 yılında ince bir zevkin ve kültürel girişimleri simgesi olarak “Lale Devri” denir. Bu çiçeğe karşı Osmanlı yüksek tabakasındaki tutkuyu vurgulayan bu ad, aynı zamanda Osmanlı payitahtında Avrupa’ya karşı uyanan merakı da belirler. Osmanlı süsleme sanatlarında hatta mimarisinde Avrupalı motiflerin ilk kez görülmeye başladığı bu dönemde Avrupa örneğinde yenilikler ortaya çıkmaya başlar. Örneğin Osmanlı ülkesinde çeşitli dillerde kitap basıldığı halde devletin asıl dili olan Türkçe basım görülmemişti. Türkçe basım yapan ilk basımevi Lale Devrinde kurulur. Lale devrinde Yalova’da kağıt, İstanbul’da kumaş ve çini imalathanelerinin kurulduğunu görüyoruz. Yeniçerilerden oluşan bir itfaiye bölüğü ortaya çıkarken, İstanbul’da sivil mimari gelişmiş ve doğu klasikleri Türkçe’ye çevrilmiştir. Ancak bütün bu değişikliklere rağmen Avrupa’daki Asya merakı ile Osmanlı ülkesindeki Avrupa merakı arasındaki benzerliği büyütmemek gerekir. Çünkü Avrupalı düşünürlerin dünya toplumlarına ilgisi, tarihçiliğin ve toplum bilimlerinin önemli bir gelişmeye girmesine, Avrupa bilim kurumlarında dünya kültürlerinin incelenmesi geleneğinin güçlenmesine yol açtı. Osmanlılarda ise Avrupa siyaseti ve kültürüne karşı beliren ilgi çok küçük bir yönetici grubu için geçerliydi. Bu yönetici grup da kendi içinde barış yanlıları ve savaş yanlıları olarak ikiye bölünmüştü. Bu nedenle de yapılan değişimin kitleler üzerindeki etkisi çok zayıftı, hatta yoktu. Sanki değişim, barış yanlılarının değişimiymiş gibi algılandı ve savaş yanlıları rakip oldukları grupla beraber onların sahiplendikleri değişime de düşman oldular. Lale devri gelişmelerinin ne kadar sınırlı kaldığının en iyi göstergesi matbaanın durumudur. Matbaa resmi izin alındığı 1727 yılından, İbrahim Müteferrikanın ölüm yılı olan 1745 yılına kadar ancak 16 eser yayınladı. Yılda bir kitap bile değil. Müteferrikanın ölümünden sonra ise uzun yıllar kitap yayınlanmadı. Ancak belirttiğimiz gibi çok sınırlı bir çevreye ve sınırlı bir etkiye sahip bu gelişmeler bile siyasi çekişmenin konusu haline geldiğinden Nevşehirlinin rakipleri, Nevşehirliyle birlikte yapılan değişimin de düşmanı oldular ve bu değişimi ve mimarını yok etmek için fırsat kollamaya başladılar. Onlara bu fırsatı Lale Dev-rinde tekrar başlayan İran (Safevi) savaşları verdi.
Barış yanlıları gidiyor, Lale Devri bitiyor
Avrupa cephelerinde barış yanlısı yöneticilerin yani padişah III. Ahmet ve Sadrazam Nevşehirlinin saltanatı, İran cephelerinde savaş açılması ve bu savaşın yarattığı sıkın-tılar dolayısıyla çıkan bir ayaklanmayla son buldu.
İran’ın iç karışıklıklarından yararlanmak isteyen Osmanlı devleti, İran’dan toprak koparmak amaçlı bir sefer başlattı. Ancak İran’daki durumdan yararlanmak isteyen Ruslarla karşı karşıya geldiler. Rusya’yla yaptıkları İstanbul Antlaşması ile İran’ı kendi aralarında paylaştılarsa da, Osmanlılar İran'dan tarihten gelen sorunu tekrar yaşamaya başladılar. Bölge halkı Osmanlıları istemiyordu ve direniyordu. Nadir Han komutasında bütünleşen İran askeri karşısındaki gerileyiş, padişah ve vezir-i azamın sefere çıkacaklarını ilan etmelerine rağmen sefer gitmemeleri, Lale Devrinde yaşanan zevk ve müsrifliğe tepki, halkın savaş dolayısıyla çektiği ekonomik sıkıntılar, İran savaşlarının değil ama Lale Devrinin sonunu getirdi. Bir kısım yeniçerinin İstanbul’da başlattığı ayaklanma uzun zamandır karşıt siyasal tutumda olan bazı ulemanın ve yöneticilerin de katılmasıyla büyüyüverdi. Önce vezir-i azamı hedef alan hareket onun idamından sonra da yatışmadı ve III. Ahmet tahtını, yeğeni Şehzade Mahmut’a bırakmak zorunda kaldı. Ancak daha önce açıkladığımız nedenlerden dolayı, ayaklanmacılar sadece kişilere değil, onların yaptığı değişime de düşmandı. Bu nedenle de Lale Devrinin izi kalmasın diye o döneme ait her şeye saldırıldı. İlginçtir ki matbaaya dokunulmadı. Bu da o dönemde matbaanın işlevsizliğinin ve kitleler üzerindeki etkisizliğinin en güzel göstergesidir.
OSMANLI DEVLETİNİN BARIŞÇI SİYASETİNİN TEMELLERİ (1703-1739)
Edirne Vakasından sonra derhal İstanbul’a gelen padişahın en önemli sorunu tahtını sağlama almak ve payitahtta genel durumu yatıştırmaktı. Padişahın derdi sadece ken-di durumunu kurtarmak değildi. IV. Mehmet’in tahttan indirilmesinden beri ciddi olarak zedelenmiş olan hükümdarlık otoritesini yeniden kurabilmekti. Çünkü Edirne vakası sırasında kapıkulu ve ulema arasında kimin padişah olacağı tartışılmış, bazıları Şehzade Ahmet yerine 11 yaşındaki Şehzade İbrahim’in seçilerek çocuk yaştaki padişahı daha kolay etki altına alabileceklerine inanmışlardı. Hatta bazı isyancılar arasında ‘Sülalenin tılsımı yoktur, başka kişiler başka aileler de tahta geçebilirdi düşüncesi vardı. Asıl istedikleri Cezayir ve Tunus ocaklarında olduğu gibi askerin önermesiyle başa geçirilen bir önder bulmaktı.’ Diyor Naima. Osmanlı devlet geleneğini kökünden değiştirecek bu düşünceler daha çok ulemanın etkisiyle törpülendi ve kanuna, şeriata, geleneğe uygun gördükleri III. Ahmet padişah oldu.
Bu neden III. Ahmet bütün dikkat ve gayretini, iç siyasi yapıyı yatıştırmaya yöneltmişti. Yeni dış çatışmalar Kapıkulunun sayısının artmasına ve tehdit olmasına neden olabilirdi. Bu nedenle de dış siyasetteki değişiklikler Osmanlı lehine döndüğünde Osmanlı bu fırsatlardan yararlanmaya yanaşmadı.
Karlofça’dan birkaç yıl sonra Osmanlı bir dizi savaşlarda
Osmanlı Devleti Rusya ile savaşta
Bu fırsatlardan ilki Macaristan’ın durumu idi. Karlofça ile Habsburg devletinin Macaristan egemenliği kesinleşmişti. Osmanlı döneminde bağımsız davranabilen Macar asilzadeleri yeni yönetimden memnun değillerdi ve direnişe geçtiler. Ancak Osmanlı yönetimi Macar direnişine seyirci kaldı. İkinci fırsat Doğu Avrupa’daki İsveç-Rus çatışmasıyla ilgiliydi. Baltık denizi kıyılarında Rus-İsveç rekabeti kızışmaktaydı. İsveç, Rusya’ya karşı Osmanlılara işbirliği önermiş ancak Osmanlı devleti Rusya ile savaşa girmek istememiştir. Ancak Osmanlı devleti neredeyse zoraki bir şekilde Rusya’yla savaşacaktır. Ruslara yenilen İsveç kralı ve Kazak başbuğu Osmanlılara sığınınca Rusya’nın bunların kendisine verilmesi konusunda baskıları başlamış üstelik Çar Petro Balkanlardaki Ortodoks Reayayı Osmanlılara karşı kışkırtmaya başlamıştır. Ancak Çar Petro beklediğinden çok güçlü bir Osmanlı ordusu ile karşılaştı. Bu Osmanlı ordusu Kırım’daki Prut kıyısında Kırım, Polonya ve İsveç birliklerinin yardımıyla Rus ordusunu sıkıştırmıştır. Osmanlı ordusunun bu üstün durumuna karşın Prut barışının Azak kalesinin geri alınması, Ukrayna’da Dinyeper boyunun güvenliğinin sağlanması, İsveç kralının serbestçe ülkesine dönmesinden başka bir kazanç getirmemesi Osmanlının müttefiklerinin tepkisine neden olduğu gibi padişahın bu barışı yapan vezir-i azam Baltacı Mehmet Paşayı azletmesine neden olmuştur.
1711 Prut seferinin ve barışının asıl anlamı,
bu çağda Osmanlı devlet adamlarının siyasal askeri çekingenliğini ortaya koymasıdır.
Gerçek şu ki Baltacı Mehmet Paşa askeri bakımdan ordusunun üstün durumunu kav-rayamamıştı. Barış önerisini reddederse çıkacak çatışmanın kötü bir sonuca varabile-ceğinden korkuyordu. Dahası sefer sırasında Avusturya’nın tutumunu çekingen bir dikkatle izliyordu. Osmanlılar bu seferin Osmanlı topraklarını koruma amaçlı oldu-ğunun güvencesini Avusturya’ya vermişlerdir. Kısacası Osmanlılar Prut başarısından Karlofça'nın yarattığı eziklik yüzünden gerektiği gibi yararlanamadılar. Ancak Prut'ta büyük bir fırsatın kaçırıldığı inancı 12 yıldır süregelen bezginliğin kaybolmasına yol açmıştır.
Rusya’ya karşı kazanılan zafer Osmanlının kendine güvenini geri getirdi
Venedik’e karşı da başarı gelebileceği inancını güçlendirdi.
Osmanlı Venedik ile savaşa girdi ..... arkasından Avusturya ile savaşmaya başladı.
Nitekim Rusya karşısında elde edilen başarılar yani Karlofça barışındaki kayıpların geri alınması diğer cephelerde de aynı başarıların elde edilebileceği inancını güçlen-dirdi. Osmanlı ülkesi içinde olan Karadağ’da çıkan ayaklanmalarda parmağı olduğu gerekçesiyle Venedik'e savaş açıldı. Bu gerekçe Avusturya’ya da bildirildi ki Karlofça genel barışının bozulduğu havası uyanmasın. 1715’de başlayan seferde Osmanlı ordusu ve donanması üst üste başarılarla Mora'yı ele geçirince başlangıçta sessiz kalan Avusturya işe karıştı. Anlaşılan İstanbul’da olduğu gibi Viyana’da da Osmanlıların Avrupalıları tek tek yenebileceği kanısı güçlenmişti. Avusturya sıranın kendisine gelmesini beklemektense Venedik'in yanında savaşa katılmaya karar verdi. Avusturya’nın ültimatom havası taşıyan notası üzerine Osmanlı devleti Avusturya üzerine sefer açtı. Ancak bu sefer Osmanlı için yeni bir felaketle sonlandı. Bu dönem savaşları sonunda Avusturya’yla yapılan 1718 Pasarofça Antlaşmasına göre Temeşvar, Belgrat ve Eflak’ın batı bölümü elden çıkıyordu.
Pasarofça ile Osmanlının dış siyaseti değişiyor
Pasarofça Antlaşmasının Osmanlı dış politikasına etkisine baktığımızda ise şu durumla karşılaşırız: Osmanlılar Karlofça'nın kayıplarını geri alma girişiminde Rusya ve Venedik'e karşı başarılı olmuştu ama Avusturya’ya karşı yaşanan başarısızlık Karlofça’nın kayıplarını savaş yoluyla alma girişimlerinin bir süre için unutulmasına neden oldu. Tam tersine Osmanlı dış siyasetinde barış taraftarları hakim oldu. Oysa Osmanlı devleti genişleme siyasetine dayanarak kurulmuş bir devletti. Yüzyıllarca genişleme siyaseti devlet kurumlarının gelişmesini etkilemiş, Osmanlı devlet yapısı-nın ve iç düzenin niteliğine de şekil vermişti. Karlofça ve Pasarofça Antlaşmaları ise Osmanlı devletinin batı sınırında yeni bir dengenin habercisi oldu. Artık Osmanlı devleti hiç olmazsa Avrupa cephelerinde genişleme siyasetini bırakmış, Avusturya’nın aleyhine genişlemesini durduracak savunma tedbirlerine başvurmaya başla-mıştı.
Pasarofça Antlaşmasından sonra Osmanlı Devleti batıyı tanımaya çalışıyor
Laleye ve Avrupa’ya Olan Merak Artıyor “Lale Devri”
Pasarofça Antlaşmasının imzalandığı 1718 yılına kadar son 20-25 yıldır Osmanlılar tarihlerinde ilk defa savaştan çok barışı kurmak ve korumak amacını güdüyorlardı. Bu durum genel Avrupa siyaseti ile çok yakından ilgilenmek ihtiyacını duyurmuştu. Diplomatik ilişkilerin önem kazanması, hasımlarla arabulucularla olan ilişkiler Os-manlılara sığınan devlet adamlarının etkileri, 18. YY’nin başlarında Osmanlıların Avrupalıları çok daha yakından tanımasının nedenleri oldu.
Osmanlı devlet adamlarının yeni bir gözle izlemeye başladığı Avrupa ise, gittikçe hızlanan bir değişim içindeydi. Aydınlanma çağının Avrupalı düşünürleri için ana sorun bütün dünya toplumları ve tarihin her döneminde geçerli, yani evrensel denebilecek toplumsal ve siyasal kuralları saptayabilmekti. Doğa bilimlerindeki gelişmeler de Avrupalı düşünürleri etkilemekteydi. Doğada evrensel, her zaman ve her yerde geçerli olan kurallar olduğuna göre, sosyal bilimleri için de bu tür kurallar olmalıydı. Bu düşünce Avrupalı aydınları ve bilim adamlarını tarihe, Avrupa dışı toplumlara daha bir dikkatle bakmaya yöneltti. 18. yy Avrupa’sındaki Osmanlı, Çin, İran modaları bu yeni merak ve ilginin sonucuydu.
18 yy.’nin başında Avrupa’da, Asya toplumlarına karşı ilgi arttığı sırada Osmanlı yöneticileri de Avrupa’ya karşı tepeden bakmayı bırakıp Avrupalı diplomatları yeni bir dikkatle izlemeye başladılar. Pasarofça Antlaşmasından sonra Viyana’ya ve Pa-ris’e elçiler gönderilerek Avrupa diplomasi sahnesine adım atıldı. Hatta Paris’e gönderilen Yirmisekiz Mehmet Efendiye verilen talimatta sadece siyaset ve diplomasiyle değil toplumsal ve kültürel hayatla da ilgilenmesi, gördüğü işittiği ilgi çekici gelenekleri, yenilikleri bildirmesi istenmişti. III. Ahmed'in saltanatının Pasarofça’dan sonraki 12 yılında ince bir zevkin ve kültürel girişimleri simgesi olarak “Lale Devri” denir. Bu çiçeğe karşı Osmanlı yüksek tabakasındaki tutkuyu vurgulayan bu ad, aynı zamanda Osmanlı payitahtında Avrupa’ya karşı uyanan merakı da belirler. Osmanlı süsleme sanatlarında hatta mimarisinde Avrupalı motiflerin ilk kez görülmeye başladığı bu dönemde Avrupa örneğinde yenilikler ortaya çıkmaya başlar. Örneğin Osmanlı ülkesinde çeşitli dillerde kitap basıldığı halde devletin asıl dili olan Türkçe basım görülmemişti. Türkçe basım yapan ilk basımevi Lale Devrinde kurulur. Lale devrinde Yalova’da kağıt, İstanbul’da kumaş ve çini imalathanelerinin kurulduğunu görüyoruz. Yeniçerilerden oluşan bir itfaiye bölüğü ortaya çıkarken, İstanbul’da sivil mimari gelişmiş ve doğu klasikleri Türkçe’ye çevrilmiştir. Ancak bütün bu değişikliklere rağmen Avrupa’daki Asya merakı ile Osmanlı ülkesindeki Avrupa merakı arasındaki benzerliği büyütmemek gerekir. Çünkü Avrupalı düşünürlerin dünya toplumlarına ilgisi, tarihçiliğin ve toplum bilimlerinin önemli bir gelişmeye girmesine, Avrupa bilim kurumlarında dünya kültürlerinin incelenmesi geleneğinin güçlenmesine yol açtı. Osmanlılarda ise Avrupa siyaseti ve kültürüne karşı beliren ilgi çok küçük bir yönetici grubu için geçerliydi. Bu yönetici grup da kendi içinde barış yanlıları ve savaş yanlıları olarak ikiye bölünmüştü. Bu nedenle de yapılan değişimin kitleler üzerindeki etkisi çok zayıftı, hatta yoktu. Sanki değişim, barış yanlılarının değişimiymiş gibi algılandı ve savaş yanlıları rakip oldukları grupla beraber onların sahiplendikleri değişime de düşman oldular. Lale devri gelişmelerinin ne kadar sınırlı kaldığının en iyi göstergesi matbaanın durumudur. Matbaa resmi izin alındığı 1727 yılından, İbrahim Müteferrikanın ölüm yılı olan 1745 yılına kadar ancak 16 eser yayınladı. Yılda bir kitap bile değil. Müteferrikanın ölümünden sonra ise uzun yıllar kitap yayınlanmadı. Ancak belirttiğimiz gibi çok sınırlı bir çevreye ve sınırlı bir etkiye sahip bu gelişmeler bile siyasi çekişmenin konusu haline geldiğinden Nevşehirlinin rakipleri, Nevşehirliyle birlikte yapılan değişimin de düşmanı oldular ve bu değişimi ve mimarını yok etmek için fırsat kollamaya başladılar. Onlara bu fırsatı Lale Dev-rinde tekrar başlayan İran (Safevi) savaşları verdi.
Barış yanlıları gidiyor, Lale Devri bitiyor
Avrupa cephelerinde barış yanlısı yöneticilerin yani padişah III. Ahmet ve Sadrazam Nevşehirlinin saltanatı, İran cephelerinde savaş açılması ve bu savaşın yarattığı sıkın-tılar dolayısıyla çıkan bir ayaklanmayla son buldu.
İran’ın iç karışıklıklarından yararlanmak isteyen Osmanlı devleti, İran’dan toprak koparmak amaçlı bir sefer başlattı. Ancak İran’daki durumdan yararlanmak isteyen Ruslarla karşı karşıya geldiler. Rusya’yla yaptıkları İstanbul Antlaşması ile İran’ı kendi aralarında paylaştılarsa da, Osmanlılar İran'dan tarihten gelen sorunu tekrar yaşamaya başladılar. Bölge halkı Osmanlıları istemiyordu ve direniyordu. Nadir Han komutasında bütünleşen İran askeri karşısındaki gerileyiş, padişah ve vezir-i azamın sefere çıkacaklarını ilan etmelerine rağmen sefer gitmemeleri, Lale Devrinde yaşanan zevk ve müsrifliğe tepki, halkın savaş dolayısıyla çektiği ekonomik sıkıntılar, İran savaşlarının değil ama Lale Devrinin sonunu getirdi. Bir kısım yeniçerinin İstanbul’da başlattığı ayaklanma uzun zamandır karşıt siyasal tutumda olan bazı ulemanın ve yöneticilerin de katılmasıyla büyüyüverdi. Önce vezir-i azamı hedef alan hareket onun idamından sonra da yatışmadı ve III. Ahmet tahtını, yeğeni Şehzade Mahmut’a bırakmak zorunda kaldı. Ancak daha önce açıkladığımız nedenlerden dolayı, ayaklanmacılar sadece kişilere değil, onların yaptığı değişime de düşmandı. Bu nedenle de Lale Devrinin izi kalmasın diye o döneme ait her şeye saldırıldı. İlginçtir ki matbaaya dokunulmadı. Bu da o dönemde matbaanın işlevsizliğinin ve kitleler üzerindeki etkisizliğinin en güzel göstergesidir.
I.Mahmut Dönemi
I. MAHMUT DÖNEMİ (1730- 1754)
Lale devrini ortadan kaldıranları da yeni padişah ortadan kaldırıyor
Ayaklanmaya başlatan yeniçerilerden Patrona Halil ve diğer elebaşılar isyan başarılı olsa bile yeni padişahın ilk fırsatta kendilerini ezeceğinden korkuyorlardı. Bu nedenle güçlerini mümkün olduğu kadar sürdürmek umuduyla bütün önemli devlet makamlarına, güvendikleri kişilere verilmesi için uğraşıyorlardı. Bunu da geleneği göreneği bir tarafa bırakarak, saygısızca ve kaba kuvvete güvenerek yapıyorlardı. Fakat korktukları başlarına geldi ve Osmanlı tarihinde sayısız örneklerini gördüğümüz bir durum tekrar sahnelendi. Saltanata saygısızlık eden, padişah değiştiren ve ayak iken baş olmaya çalışan zorbalar yok edildi. Saray entrikaları bir kez daha galip gelmiş ve yeni padişah, Patrona Halil'in istediği yöneticiler olarak yönetime gelmiş olanları kendi yanına çekerek Patrona Halil ve zorbalarını yok etmiştir.
Savaş taraftarları iktidarda...
1730’da başlayan Osmanlı İran Savaşları 1746’da sona eriyor.
1730’dan sonra tekrar başlayan İran savaşlarında, daha Kanuni döneminde kesinlikle ortaya çıkan temel jeopolitik denge değişmedi. Buna göre Zağros dağları doğal bir sınırdı, Doğu Anadolu ve Irak Osmanlı yönetimini benimserken Azerbaycan ve İran halkı Osmanlı yönetiminden nefret ediyordu. Osmanlı-İran çatışması 1722’den itibaren aralıklarla sürmüş, 1746’da jeopolitik dengeyi göz önünde bulunduran 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşmasının bir benzeri olan ve Osmanlı-İran savaşlarını temelli sona erdiren bir antlaşma yapılmıştır. Osmanlılar 1747’den sonra İran’da tekrar başlayan iç karışıklıklar sırasında aradaki sınırın köklü bir siyasal gerçeği belirtmiş olduğunu anladıklarından İran’ın sıkıntılarından yararlanmayı düşünmediler. Ancak özellikle 1722’de başlayan Osmanlı-İran savaşları, her iki devlete de daha fazla yıpranmaktan başka bir şey vermemiş ve durumlarının daha da kötüye gitmesinden başka bir etki yapmamıştır.
Osmanlı Avusturya ve Rusya ile savaşta
Batı Cephesinde Zoraki Zafer
Neden zoraki zafer?
Çünkü Osmanlı Devleti 1736-1739 Rus-Avusturya savaşlarına başlangıçta hiç taraftar değildi ve barışı korumaya çalışıyordu. Ancak özellikle Rusların saldırgan tutumu, Prut'ta kaybettiklerini geri alma isteği ve Avusturya ile yaptığı işbirliği Osmanlıların korunma amaçlı bir savaşa girmelerine neden oldu. Savaşın ilk döneminde yenilen Osmanlı karşı tarafın ağır şartları ve istekleri karşısında savaşa devam etmek zorunda kaldı. Bu zorunluluk Osmanlılara kendi ordu güçlerine dayalı olarak yani dışarıdan bir yardım almadan ve özveride bulunmadan kazandıkları son savaşı ve kazançlı antlaşmaları getirecektir. Osmanlıların bu şaşırtıcı gücü ve kararlılığı karşısında Avusturya 1739 sonbaharında yapılan Belgrat antlaşması ile Pasarofça'da elde ettiği toprakları geri verecektir. Yalnız kalan Rusya’da Osmanlı ile barışa razı olacak onunla yapılan Belgrat antlaşması ile de Rusya savaşta kazandığı toprakları geri verirken, tarihsel hedeflerine de bir süre daha uzak kalacaktır.
Yapılan yenilikler zaferin kazanılmasında etken oldu.
Bu zaferin kazanılmasında I. Mahmut döneminde yapılan ıslahatların da payı büyüktür. Fransız asıllı Humbaracı Ahmet Paşanın (Kont De Bonnaval) topçu ve humbaracı ocaklarında yaptığı düzenlemeler ve organizasyon ordunun kendine gelmesini sağladı. Ortaya çıkan subay ihtiyacını karşılamak için Kara Mühendishanesi kuruldu. Bu ıslahatlardan da anlayacağımız gibi 18. YY. ortalarında Osmanlılarda bir şeyler değişmekteydi. Bu değişimin içeriği neydi ve nasıl etkilemekteydi klasik Osmanlı düzenini? Şimdi de biraz bunlar üzerinde duralım.
Batılılaşmanın eşiğinde Osmanlı düzeni (1739-1789)
Osmanlı siyasal tarihinde birbirleriyle ilişkili 2 ana temel vardır; iç siyasal düzende hükümdar ve merkezin gücü, dış siyasal ilişkilerde devletin askeri gücüne dayanan genişleme geleneği. Buna karşı, Osmanlı devletinin ve toplumunun daha 1600 yılı civarındaki sarsıntılardan sonra oluşan değişimi, 18. YY.’ ye varıldığında çok daha değişik bir yapı çıkarmıştı ortaya. Bu değişimin belli başlı unsurlarını sıralayalım.
Diplomasi askeri vezirlerden kalem efendi vezirlerine
Nişancının önemi azalırken defterdar ve reisülküttap önem kazandı.
Ayanların etkinliği artarken ulemanın değeri artıyor.
• Artık ne ülke için padişahın mutlak gücünden söz etmek mümkündü, ne de dışa dönük genişleme siyasetinden
• Baş edemediği Avrupa’nın karşısında tutunabilmek için gittikçe Avrupalılardan daha çok şey öğrenmeye, Avrupa kurumlarını kendine mal etmeye, kısacası Avrupalılaşmaya, batılılaşmaya başladı. Burada vurgulamamız gereken Osmanlı devletinin 16. YY.’deki devlet yapısından çok uzak olduğu, hatta bir bakıma eski güçlü günlerine ve düzenine dönme arayışı içinde batılılaşma yoluna girdiğidir.
• Osmanlı genişleme siyasetini zorunlu olarak terk ederken ve barışı koruma çabasına girerken bir şeyi iyice anlamıştı. Osmanlı devleti için artık çözüm savaş değil diplomasi olmalıydı.
• Osmanlı devletinin dış dünyaya bakışındaki bu değişiklik Osmanlı iç düzeninde de değişime, “İstanbul yönetiminde sivilleşmeye yol açtı”. Askerlikten, askeri yöneticilikten vezirliklere gelme alışkanlığı 18. YY.’nin barış siyaseti güçlendikçe kayboldu. İsyanlar gibi istisnai durumlar dışında genellikle katiplikten yetişme kalem efendileri vezirliğe getiriliyordu.
• Sivil bürokrasi içinde çeşitli görevlerin birbirine göre öneminde de bir değişiklik söz konusu oldu. Tımar sisteminin önemini kaybetmesiyle nişancı ikinci plana düşmüştü. 1600’den beri merkezi yönetimin parasal gerekleri öne çıkmaya başlayalı defterdarlık makamı gittikçe güçlenmekteydi. Bir zamanlar nişancının em-rinde olan katiplerin başı reis-ül küttap barış döneminin diplomatik çalışmaları ön plana çıktıkça ve bu doğrultuda dış yazışmalar önem kazandıkça ön plana çıktı. Karlofça barışından sonra vezir-i azamlığa yükseltilen reis-ül küttaplar devri başladı.
• Barış dönemi süresince kapıkulunun sayısı azaltılıp, payitahtta kapıkulu komutanlarının ağırlığı kısıtlanırken İstanbul’un siyasal dengesinde saray görevlileri yeniden öne geçti. Silahtarlar vezir-i azam olmaya başlarken zenci hadım “dar-üs saade ağaları” çok önemli ekonomik ve siyasi güce eriştiler.
• Merkezi yönetimin sivilleşmesinde diğer bir etken ulemanın 1600’den sonra gittikçe önem kazanmasıdır. Osmanlı uleması sadece İstanbul’un siyasi hayatında değil, il yönetiminde de önem kazandı. Tımar-dirlik sistemi ikinci plana düştük-ten sonra il yönetiminde sancak beylerinin de önemi azalmıştı. Taşrada önce beylerbeyilerin, 18. YY.’de yöresel ayanın ağırlığı arttıkça il kadıları günlük hayatın işleyişinde merkezi yönetimin en etkili temsilcisi durumuna geldi. Ülkenin çeşitli köşelerinde ayan yöresel gücü eline geçirmeye başladığında valilerin iyice güçsüzleştiği hatta ayanın elinde oyuncak olduğu zamanlarda bile İstanbul’dan atanan kadılar düzenli bir şekilde göreve devam ettiler, yönetim bütünlüğünün korunmasında önemli rol oynadılar.
• Osmanlı devletinin ilk çağlarından beri toplum içinde önemli ayırım Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar arasında değil, askeri ve reaya arasında idi. Devlet ideolojisinde Sünni-İslam tutum ağır basmaya başladıktan sonra bu durum yavaş yavaş değişmeye başladı. Dini ayırım giderek askeri-reaya ayrımının önüne geçti. Devlet kendini İslami ideolojiye göre nitelediğinde gayri-Müslim halk dışlanmaya, için için yabancılaşmaya başladı. Müslüman olmayan reaya kişi olarak değil, belli bir dini topluluğun içinde görülür oldu.
• Tımar-dirlik sistemin çözülmesi, aynî değil parasal vergilerin önem kazanması, Müslüman olsun olmasın bütün halkın devlet gözünde kişiler olarak değil, topluluklar olarak görülmesine yol açıyordu. Çeşitli yükümlülüklerin kişilere değil köylere, cemaatlere, şehirlere toptan yüklenir olması 18. YY.’ye gelindiğinde Osmanlı döneminde eskisinden çok daha fazla yer etmişti.
• Kanuna göre şeriatın önem kazanması, doğal olarak gayri Müslim cemaatler içinde de dini kurulların öne çıkması sonucunu doğurdu. Devlet yükümlülükleri açısından da cemaatin önem kazanması giderek dini cemaatlerin kendi hukuk ve eğitim sorunlarını da kendilerinin çözmesini gayri Müslim halkın günlük hayatında devlet kurumlarının yerini dini cemaatlerin almasını sağladı. 18. YY.’deki bir gayri Müslim için kendi cemaati (milleti) en önemli siyasal-toplumsal örgüt haline gelmişti.
• 18. YY.’ye geldiğimizde askeri-reaya ayrımı gittikçe belirsizleşiyordu. Bunun nedenleri olarak sekbanlığın (ücretli askerlik) yer etmesi, yöresel savunmada halktan asker alınması, ancak en önemlisi yöresel ayanın gittikçe önem kazanması belirtilebilir.
(1768-1774) Osmanlı - Rus Savaşı
Felaket Batılılaşmayı Hızlandırıyor
Osmanlı devleti 1739 Belgrat Antlaşmasından sonra özenle savaştan kaçınmaya çalıştı. 1768’de ise Rusya ile Polonya yüzünden yeni bir gerginlik çıktığında Osmanlı padişahı III. Mustafa savaş yanlısı bir tutum izledi. Osmanlının verdiği sert notayı Rusya reddetti. İki devlet arasındaki savaş Osmanlılar için bir felaketle sonuçlandı. III. Mustafa dönemin sadrazamı Koca Ragıp Paşayı dinlememiş ve devleti savaşa sokmuştu. O orduda yapılan yeniliklere güveniyordu. III. Mustafa da bir yalancıyı, Baron Dö Tot adlı bir Macarı ordunun ıslahına memur etmiş ve bundan bir sonuç beklemişti. Osmanlılar bu yenilgiden sonra Avrupalı eğitmenlerle sonuç alınamayacağını anlayacaklar, Avrupa bilgisi ve tekniğine dayalı yenilikler konusunda daha radikal davranacaklardır. Orduyu ve donanmayı Avrupa tarzında yeniden düzenlemek gerekiyordu. Bu savaş sırasında Osmanlının çıkardığı bir diğer sonuç deniz gü-cünün durumuydu. Baltık denizinden kalkıp Atlas Okyanusundan Akdeniz’e gelen Rus donanması Ege adalarına ve kıyılarına saldırıp Çeşmede Osmanlı donanmasını bozguna uğrattı. Bunun üzerine tersane ıslah edilip, yeni gemiler yapılırken deniz mühendishanesi de açıldı. Küçük Kaynarca barışı ile noktalanan savaş Osmanlı ülke-sinde daha önce sözünü ettiğimiz düzen değişikliklerinin de Osmanlıdaki etkilerini gösterdi. Rusya bu savaş sırasında Osmanlı gayri Müslim reayasını ayaklandırmaya çalışmış, Mora'da başarılı olmuştu. Ayrıca Rus donanması Suriye ve Mısıra da ya-naşmış ve Osmanlı hükmünü pek tanımayan gruplara, Osmanlı egemenliğine karşı işbirliği önermişti. Osmanlı devleti ise asker ve vergi toplamak için ayanlara yeni ödünler vermek zorunda kalmıştı.
1774’de tahta çıkan I. Abdülhamit, sadrazamı Halil Hamit Paşanın etkisiyle ordunun yenilenmesine karar vermişti, ama bunun uygulanması kolay değildi. Kapıkulu ordu-da yapılan bütün yeniliklere kuşkuyla bakıyor, kendi durumlarını sarsabilecek yeniliklere tepkiyle yaklaşıyorlardı. Buna rağmen I. Abdülhamit döneminde de yine topçu ve humbaracı ocaklarında düzenlemeler yapıldı ve yeniçeriler düzene sokulmaya çalışıldı ancak ulufe alım satımı gibi büyük çıkarlar elde edilen bir uygulamayı yasaklatması Halil Hamit Paşanın saray entrikaları sonucu idamını getirdi. Yine bekle-nen şey olmuş, yetersiz padişahların yetersizliklerini ortadan kaldırmaya çalışan bir sadrazam kendisinden önceki birçok sadrazam gibi düzenin değişmesini istemeyen, bozuk düzenden çıkarı olan gruplar tarafından harcanmıştı.
Ancak Osmanlılar için asıl büyük felaket (1774) Küçük Kaynarca Antlaşmasıdır. Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Rus ordularının Osmanlı topraklarından çekilmesi sağlandı ama, bunun bedeli ağır oldu.
Belgrat Antlaşmasından sonra kendine güvenen ve diploması yoluyla barışı koruyabileceğine inanan Osmanlı devleti'nin bu umudu Küçük Kaynarca’da kesinlikle ortadan kalktı.
• Kırım Osmanlı egemenliğinden çıkıp bağımsız oluyordu. Kırımın bağımsızlığı aslında göz boyamadan başka bir şey değildi. Rusya Karadeniz kıyılarını elinde tutmak istiyordu. Nitekim 1779’daki girişimi Aynalı Kavak Tenkihnamesi ile engellenirken, 1783’de Rusya Kırımdaki iç karışıklığı bahane edip Kırımı işgal etti ve bir Rus vilayeti haline soktu.
• Rusya Karadeniz’de donanma bulundurabiliyor ve böylece Osmanlı devleti Karadeniz’deki tek egemen güç olmaktan çıkıyordu.
• Osmanlı Rusya’ya kapitülasyon haklarını tanırken, Karadeniz’deki Rus ticaretini de kabullenmiş oluyordu.
• Rusya, Balkanlardaki Ortodoksların haklarını, koruyucu sıfatıyla koruması altına alıyor. Böylece Osmanlı devletinin içişlerine karışma imkanını yakalıyordu. Rusya’nın İstanbul’da elçi bulundurma hakkını elde etmesi de Ruslara Osmanlı iç siyasetini yakından izlemede büyük kolaylık sağlıyordu.
• Osmanlı devleti bu ağır hükümleri kabullenmekle birlikte Rusya’ya ilk kez savaş tazminatı vermeyi de kabulleniyordu.
Osmanlı devleti bu yeni durumdan eskiden beri süregelen yöntemlerle kurtaramayacaktı kendini. Yeni bir hız ve yeni bir soluk gerekiyordu. Bu yeni anlayış 1789’da geldi. I. Abdülhamit çaresizlik ve bezginlikle geçen saltanatının sonunda 1787’de yeni bir Osmanlı-Rus çatışması çıktıktan az sonra ölünce III. Selim 1789 yılında Osmanlı padişahı oldu. Bu ana kadar ağır aksak yürütülen Avrupa tarzı eğitim ve kurumlaşma 1789 yılından sonra yeni bir hız kazandı. Hem dış düşmanlara karşı direnebilmek, hem ülke içinde merkezin hükmünü geçirebilmek için Osmanlı devleti önemli bir değişim sürecine girdi. Bu yüzden dünya tarihinde olduğu gibi Osmanlı tarihinde de 1789 yılı önemli bir dönüm noktasıdır.
Osmanlının zayıflaması
Rusya ve Avusturya’nın tekrar Osmanlının üzerine gelmesine neden oldu.
Osmanlıyı kurtaran ise Fransız İhtilali oldu.
Ancak biz 1789’a geçmeden önce (1787-1792) Osmanlı-Rus-Avusturya savaşından söz edelim.
Osmanlı devletinin Rusya’nın Kırımı ele geçirmesine karşı bir şey yapamaması, Rusya ve Avusturya’yı Osmanlı devletini kendi aralarında paylaşmak hedefine yö-neltmişti. Rusya ve Avusturya’nın bu antlaşmasının öğrenilmesi özellikle İngiltere’yi telaşlandırdı. İngilizler antlaşmadan Osmanlıyı haberdar edip savaşa kışkırtırken, Prusya da bu iki devlete karşı Osmanlı tarafını tuttu. Osmanlı devleti Avusturya sınırında başarılı olurken, Rusya balkanlarda hızla ilerlemeye başladı. Bu başarısızlığın I. Abdülhamit’in ölümüne neden olduğu söylenir. Ancak Osmanlıyı kurtaran 1787’deki padişah değişikliği değil, 1789’daki Fransız İhtilalidir. İhtilalin kendi ülkesinde etkili olabileceğinden korkan Avusturya barış istemiştir. 1791 Ziştovi Antlaşması ile Avusturya’yla barış sağlanmıştır. Yalnız kalan Rusya da başlangıçta anlaşmadan yana değilse de istediği sonucu alamayacağını anlayınca 1792’de barışa razı olmuş ve Yaş Antlaşması yapılmıştır. Bu antlaşma ile Osmanlı Kırım’ın Rusya’ya ait olduğunu kabul ederken iki ülke arasında Dinyester ırmağı sınır kabul edilmiştir. Bu iki antlaşmayı Osmanlı devletinin dönemleri açısından değerlendirirsek şu sonuca ulaşabiliriz. Osmanlı devleti 18. YY.’de Karlofça'da kaybettiği toprakları geri alma konusunda başarısız olmuştur.
Lale devrini ortadan kaldıranları da yeni padişah ortadan kaldırıyor
Ayaklanmaya başlatan yeniçerilerden Patrona Halil ve diğer elebaşılar isyan başarılı olsa bile yeni padişahın ilk fırsatta kendilerini ezeceğinden korkuyorlardı. Bu nedenle güçlerini mümkün olduğu kadar sürdürmek umuduyla bütün önemli devlet makamlarına, güvendikleri kişilere verilmesi için uğraşıyorlardı. Bunu da geleneği göreneği bir tarafa bırakarak, saygısızca ve kaba kuvvete güvenerek yapıyorlardı. Fakat korktukları başlarına geldi ve Osmanlı tarihinde sayısız örneklerini gördüğümüz bir durum tekrar sahnelendi. Saltanata saygısızlık eden, padişah değiştiren ve ayak iken baş olmaya çalışan zorbalar yok edildi. Saray entrikaları bir kez daha galip gelmiş ve yeni padişah, Patrona Halil'in istediği yöneticiler olarak yönetime gelmiş olanları kendi yanına çekerek Patrona Halil ve zorbalarını yok etmiştir.
Savaş taraftarları iktidarda...
1730’da başlayan Osmanlı İran Savaşları 1746’da sona eriyor.
1730’dan sonra tekrar başlayan İran savaşlarında, daha Kanuni döneminde kesinlikle ortaya çıkan temel jeopolitik denge değişmedi. Buna göre Zağros dağları doğal bir sınırdı, Doğu Anadolu ve Irak Osmanlı yönetimini benimserken Azerbaycan ve İran halkı Osmanlı yönetiminden nefret ediyordu. Osmanlı-İran çatışması 1722’den itibaren aralıklarla sürmüş, 1746’da jeopolitik dengeyi göz önünde bulunduran 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşmasının bir benzeri olan ve Osmanlı-İran savaşlarını temelli sona erdiren bir antlaşma yapılmıştır. Osmanlılar 1747’den sonra İran’da tekrar başlayan iç karışıklıklar sırasında aradaki sınırın köklü bir siyasal gerçeği belirtmiş olduğunu anladıklarından İran’ın sıkıntılarından yararlanmayı düşünmediler. Ancak özellikle 1722’de başlayan Osmanlı-İran savaşları, her iki devlete de daha fazla yıpranmaktan başka bir şey vermemiş ve durumlarının daha da kötüye gitmesinden başka bir etki yapmamıştır.
Osmanlı Avusturya ve Rusya ile savaşta
Batı Cephesinde Zoraki Zafer
Neden zoraki zafer?
Çünkü Osmanlı Devleti 1736-1739 Rus-Avusturya savaşlarına başlangıçta hiç taraftar değildi ve barışı korumaya çalışıyordu. Ancak özellikle Rusların saldırgan tutumu, Prut'ta kaybettiklerini geri alma isteği ve Avusturya ile yaptığı işbirliği Osmanlıların korunma amaçlı bir savaşa girmelerine neden oldu. Savaşın ilk döneminde yenilen Osmanlı karşı tarafın ağır şartları ve istekleri karşısında savaşa devam etmek zorunda kaldı. Bu zorunluluk Osmanlılara kendi ordu güçlerine dayalı olarak yani dışarıdan bir yardım almadan ve özveride bulunmadan kazandıkları son savaşı ve kazançlı antlaşmaları getirecektir. Osmanlıların bu şaşırtıcı gücü ve kararlılığı karşısında Avusturya 1739 sonbaharında yapılan Belgrat antlaşması ile Pasarofça'da elde ettiği toprakları geri verecektir. Yalnız kalan Rusya’da Osmanlı ile barışa razı olacak onunla yapılan Belgrat antlaşması ile de Rusya savaşta kazandığı toprakları geri verirken, tarihsel hedeflerine de bir süre daha uzak kalacaktır.
Yapılan yenilikler zaferin kazanılmasında etken oldu.
Bu zaferin kazanılmasında I. Mahmut döneminde yapılan ıslahatların da payı büyüktür. Fransız asıllı Humbaracı Ahmet Paşanın (Kont De Bonnaval) topçu ve humbaracı ocaklarında yaptığı düzenlemeler ve organizasyon ordunun kendine gelmesini sağladı. Ortaya çıkan subay ihtiyacını karşılamak için Kara Mühendishanesi kuruldu. Bu ıslahatlardan da anlayacağımız gibi 18. YY. ortalarında Osmanlılarda bir şeyler değişmekteydi. Bu değişimin içeriği neydi ve nasıl etkilemekteydi klasik Osmanlı düzenini? Şimdi de biraz bunlar üzerinde duralım.
Batılılaşmanın eşiğinde Osmanlı düzeni (1739-1789)
Osmanlı siyasal tarihinde birbirleriyle ilişkili 2 ana temel vardır; iç siyasal düzende hükümdar ve merkezin gücü, dış siyasal ilişkilerde devletin askeri gücüne dayanan genişleme geleneği. Buna karşı, Osmanlı devletinin ve toplumunun daha 1600 yılı civarındaki sarsıntılardan sonra oluşan değişimi, 18. YY.’ ye varıldığında çok daha değişik bir yapı çıkarmıştı ortaya. Bu değişimin belli başlı unsurlarını sıralayalım.
Diplomasi askeri vezirlerden kalem efendi vezirlerine
Nişancının önemi azalırken defterdar ve reisülküttap önem kazandı.
Ayanların etkinliği artarken ulemanın değeri artıyor.
• Artık ne ülke için padişahın mutlak gücünden söz etmek mümkündü, ne de dışa dönük genişleme siyasetinden
• Baş edemediği Avrupa’nın karşısında tutunabilmek için gittikçe Avrupalılardan daha çok şey öğrenmeye, Avrupa kurumlarını kendine mal etmeye, kısacası Avrupalılaşmaya, batılılaşmaya başladı. Burada vurgulamamız gereken Osmanlı devletinin 16. YY.’deki devlet yapısından çok uzak olduğu, hatta bir bakıma eski güçlü günlerine ve düzenine dönme arayışı içinde batılılaşma yoluna girdiğidir.
• Osmanlı genişleme siyasetini zorunlu olarak terk ederken ve barışı koruma çabasına girerken bir şeyi iyice anlamıştı. Osmanlı devleti için artık çözüm savaş değil diplomasi olmalıydı.
• Osmanlı devletinin dış dünyaya bakışındaki bu değişiklik Osmanlı iç düzeninde de değişime, “İstanbul yönetiminde sivilleşmeye yol açtı”. Askerlikten, askeri yöneticilikten vezirliklere gelme alışkanlığı 18. YY.’nin barış siyaseti güçlendikçe kayboldu. İsyanlar gibi istisnai durumlar dışında genellikle katiplikten yetişme kalem efendileri vezirliğe getiriliyordu.
• Sivil bürokrasi içinde çeşitli görevlerin birbirine göre öneminde de bir değişiklik söz konusu oldu. Tımar sisteminin önemini kaybetmesiyle nişancı ikinci plana düşmüştü. 1600’den beri merkezi yönetimin parasal gerekleri öne çıkmaya başlayalı defterdarlık makamı gittikçe güçlenmekteydi. Bir zamanlar nişancının em-rinde olan katiplerin başı reis-ül küttap barış döneminin diplomatik çalışmaları ön plana çıktıkça ve bu doğrultuda dış yazışmalar önem kazandıkça ön plana çıktı. Karlofça barışından sonra vezir-i azamlığa yükseltilen reis-ül küttaplar devri başladı.
• Barış dönemi süresince kapıkulunun sayısı azaltılıp, payitahtta kapıkulu komutanlarının ağırlığı kısıtlanırken İstanbul’un siyasal dengesinde saray görevlileri yeniden öne geçti. Silahtarlar vezir-i azam olmaya başlarken zenci hadım “dar-üs saade ağaları” çok önemli ekonomik ve siyasi güce eriştiler.
• Merkezi yönetimin sivilleşmesinde diğer bir etken ulemanın 1600’den sonra gittikçe önem kazanmasıdır. Osmanlı uleması sadece İstanbul’un siyasi hayatında değil, il yönetiminde de önem kazandı. Tımar-dirlik sistemi ikinci plana düştük-ten sonra il yönetiminde sancak beylerinin de önemi azalmıştı. Taşrada önce beylerbeyilerin, 18. YY.’de yöresel ayanın ağırlığı arttıkça il kadıları günlük hayatın işleyişinde merkezi yönetimin en etkili temsilcisi durumuna geldi. Ülkenin çeşitli köşelerinde ayan yöresel gücü eline geçirmeye başladığında valilerin iyice güçsüzleştiği hatta ayanın elinde oyuncak olduğu zamanlarda bile İstanbul’dan atanan kadılar düzenli bir şekilde göreve devam ettiler, yönetim bütünlüğünün korunmasında önemli rol oynadılar.
• Osmanlı devletinin ilk çağlarından beri toplum içinde önemli ayırım Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar arasında değil, askeri ve reaya arasında idi. Devlet ideolojisinde Sünni-İslam tutum ağır basmaya başladıktan sonra bu durum yavaş yavaş değişmeye başladı. Dini ayırım giderek askeri-reaya ayrımının önüne geçti. Devlet kendini İslami ideolojiye göre nitelediğinde gayri-Müslim halk dışlanmaya, için için yabancılaşmaya başladı. Müslüman olmayan reaya kişi olarak değil, belli bir dini topluluğun içinde görülür oldu.
• Tımar-dirlik sistemin çözülmesi, aynî değil parasal vergilerin önem kazanması, Müslüman olsun olmasın bütün halkın devlet gözünde kişiler olarak değil, topluluklar olarak görülmesine yol açıyordu. Çeşitli yükümlülüklerin kişilere değil köylere, cemaatlere, şehirlere toptan yüklenir olması 18. YY.’ye gelindiğinde Osmanlı döneminde eskisinden çok daha fazla yer etmişti.
• Kanuna göre şeriatın önem kazanması, doğal olarak gayri Müslim cemaatler içinde de dini kurulların öne çıkması sonucunu doğurdu. Devlet yükümlülükleri açısından da cemaatin önem kazanması giderek dini cemaatlerin kendi hukuk ve eğitim sorunlarını da kendilerinin çözmesini gayri Müslim halkın günlük hayatında devlet kurumlarının yerini dini cemaatlerin almasını sağladı. 18. YY.’deki bir gayri Müslim için kendi cemaati (milleti) en önemli siyasal-toplumsal örgüt haline gelmişti.
• 18. YY.’ye geldiğimizde askeri-reaya ayrımı gittikçe belirsizleşiyordu. Bunun nedenleri olarak sekbanlığın (ücretli askerlik) yer etmesi, yöresel savunmada halktan asker alınması, ancak en önemlisi yöresel ayanın gittikçe önem kazanması belirtilebilir.
(1768-1774) Osmanlı - Rus Savaşı
Felaket Batılılaşmayı Hızlandırıyor
Osmanlı devleti 1739 Belgrat Antlaşmasından sonra özenle savaştan kaçınmaya çalıştı. 1768’de ise Rusya ile Polonya yüzünden yeni bir gerginlik çıktığında Osmanlı padişahı III. Mustafa savaş yanlısı bir tutum izledi. Osmanlının verdiği sert notayı Rusya reddetti. İki devlet arasındaki savaş Osmanlılar için bir felaketle sonuçlandı. III. Mustafa dönemin sadrazamı Koca Ragıp Paşayı dinlememiş ve devleti savaşa sokmuştu. O orduda yapılan yeniliklere güveniyordu. III. Mustafa da bir yalancıyı, Baron Dö Tot adlı bir Macarı ordunun ıslahına memur etmiş ve bundan bir sonuç beklemişti. Osmanlılar bu yenilgiden sonra Avrupalı eğitmenlerle sonuç alınamayacağını anlayacaklar, Avrupa bilgisi ve tekniğine dayalı yenilikler konusunda daha radikal davranacaklardır. Orduyu ve donanmayı Avrupa tarzında yeniden düzenlemek gerekiyordu. Bu savaş sırasında Osmanlının çıkardığı bir diğer sonuç deniz gü-cünün durumuydu. Baltık denizinden kalkıp Atlas Okyanusundan Akdeniz’e gelen Rus donanması Ege adalarına ve kıyılarına saldırıp Çeşmede Osmanlı donanmasını bozguna uğrattı. Bunun üzerine tersane ıslah edilip, yeni gemiler yapılırken deniz mühendishanesi de açıldı. Küçük Kaynarca barışı ile noktalanan savaş Osmanlı ülke-sinde daha önce sözünü ettiğimiz düzen değişikliklerinin de Osmanlıdaki etkilerini gösterdi. Rusya bu savaş sırasında Osmanlı gayri Müslim reayasını ayaklandırmaya çalışmış, Mora'da başarılı olmuştu. Ayrıca Rus donanması Suriye ve Mısıra da ya-naşmış ve Osmanlı hükmünü pek tanımayan gruplara, Osmanlı egemenliğine karşı işbirliği önermişti. Osmanlı devleti ise asker ve vergi toplamak için ayanlara yeni ödünler vermek zorunda kalmıştı.
1774’de tahta çıkan I. Abdülhamit, sadrazamı Halil Hamit Paşanın etkisiyle ordunun yenilenmesine karar vermişti, ama bunun uygulanması kolay değildi. Kapıkulu ordu-da yapılan bütün yeniliklere kuşkuyla bakıyor, kendi durumlarını sarsabilecek yeniliklere tepkiyle yaklaşıyorlardı. Buna rağmen I. Abdülhamit döneminde de yine topçu ve humbaracı ocaklarında düzenlemeler yapıldı ve yeniçeriler düzene sokulmaya çalışıldı ancak ulufe alım satımı gibi büyük çıkarlar elde edilen bir uygulamayı yasaklatması Halil Hamit Paşanın saray entrikaları sonucu idamını getirdi. Yine bekle-nen şey olmuş, yetersiz padişahların yetersizliklerini ortadan kaldırmaya çalışan bir sadrazam kendisinden önceki birçok sadrazam gibi düzenin değişmesini istemeyen, bozuk düzenden çıkarı olan gruplar tarafından harcanmıştı.
Ancak Osmanlılar için asıl büyük felaket (1774) Küçük Kaynarca Antlaşmasıdır. Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Rus ordularının Osmanlı topraklarından çekilmesi sağlandı ama, bunun bedeli ağır oldu.
Belgrat Antlaşmasından sonra kendine güvenen ve diploması yoluyla barışı koruyabileceğine inanan Osmanlı devleti'nin bu umudu Küçük Kaynarca’da kesinlikle ortadan kalktı.
• Kırım Osmanlı egemenliğinden çıkıp bağımsız oluyordu. Kırımın bağımsızlığı aslında göz boyamadan başka bir şey değildi. Rusya Karadeniz kıyılarını elinde tutmak istiyordu. Nitekim 1779’daki girişimi Aynalı Kavak Tenkihnamesi ile engellenirken, 1783’de Rusya Kırımdaki iç karışıklığı bahane edip Kırımı işgal etti ve bir Rus vilayeti haline soktu.
• Rusya Karadeniz’de donanma bulundurabiliyor ve böylece Osmanlı devleti Karadeniz’deki tek egemen güç olmaktan çıkıyordu.
• Osmanlı Rusya’ya kapitülasyon haklarını tanırken, Karadeniz’deki Rus ticaretini de kabullenmiş oluyordu.
• Rusya, Balkanlardaki Ortodoksların haklarını, koruyucu sıfatıyla koruması altına alıyor. Böylece Osmanlı devletinin içişlerine karışma imkanını yakalıyordu. Rusya’nın İstanbul’da elçi bulundurma hakkını elde etmesi de Ruslara Osmanlı iç siyasetini yakından izlemede büyük kolaylık sağlıyordu.
• Osmanlı devleti bu ağır hükümleri kabullenmekle birlikte Rusya’ya ilk kez savaş tazminatı vermeyi de kabulleniyordu.
Osmanlı devleti bu yeni durumdan eskiden beri süregelen yöntemlerle kurtaramayacaktı kendini. Yeni bir hız ve yeni bir soluk gerekiyordu. Bu yeni anlayış 1789’da geldi. I. Abdülhamit çaresizlik ve bezginlikle geçen saltanatının sonunda 1787’de yeni bir Osmanlı-Rus çatışması çıktıktan az sonra ölünce III. Selim 1789 yılında Osmanlı padişahı oldu. Bu ana kadar ağır aksak yürütülen Avrupa tarzı eğitim ve kurumlaşma 1789 yılından sonra yeni bir hız kazandı. Hem dış düşmanlara karşı direnebilmek, hem ülke içinde merkezin hükmünü geçirebilmek için Osmanlı devleti önemli bir değişim sürecine girdi. Bu yüzden dünya tarihinde olduğu gibi Osmanlı tarihinde de 1789 yılı önemli bir dönüm noktasıdır.
Osmanlının zayıflaması
Rusya ve Avusturya’nın tekrar Osmanlının üzerine gelmesine neden oldu.
Osmanlıyı kurtaran ise Fransız İhtilali oldu.
Ancak biz 1789’a geçmeden önce (1787-1792) Osmanlı-Rus-Avusturya savaşından söz edelim.
Osmanlı devletinin Rusya’nın Kırımı ele geçirmesine karşı bir şey yapamaması, Rusya ve Avusturya’yı Osmanlı devletini kendi aralarında paylaşmak hedefine yö-neltmişti. Rusya ve Avusturya’nın bu antlaşmasının öğrenilmesi özellikle İngiltere’yi telaşlandırdı. İngilizler antlaşmadan Osmanlıyı haberdar edip savaşa kışkırtırken, Prusya da bu iki devlete karşı Osmanlı tarafını tuttu. Osmanlı devleti Avusturya sınırında başarılı olurken, Rusya balkanlarda hızla ilerlemeye başladı. Bu başarısızlığın I. Abdülhamit’in ölümüne neden olduğu söylenir. Ancak Osmanlıyı kurtaran 1787’deki padişah değişikliği değil, 1789’daki Fransız İhtilalidir. İhtilalin kendi ülkesinde etkili olabileceğinden korkan Avusturya barış istemiştir. 1791 Ziştovi Antlaşması ile Avusturya’yla barış sağlanmıştır. Yalnız kalan Rusya da başlangıçta anlaşmadan yana değilse de istediği sonucu alamayacağını anlayınca 1792’de barışa razı olmuş ve Yaş Antlaşması yapılmıştır. Bu antlaşma ile Osmanlı Kırım’ın Rusya’ya ait olduğunu kabul ederken iki ülke arasında Dinyester ırmağı sınır kabul edilmiştir. Bu iki antlaşmayı Osmanlı devletinin dönemleri açısından değerlendirirsek şu sonuca ulaşabiliriz. Osmanlı devleti 18. YY.’de Karlofça'da kaybettiği toprakları geri alma konusunda başarısız olmuştur.
III.SELİM Dönemi
III. SELİM DÖNEMİ (1787- 1808)
1789’da Osmanlı tahtında yenilikçi bir padişah III. Selim (1789- 1807) Türk Modernleşmesinde Bir Dönüm Noktası
III. Selim, III. Mustafa’nın oğluydu. Nezaketi ve merhametiyle tanınır. Tarihler onun bu niteliklerinin onu ıslahat içinde önce başarısızlığa götürdüğünü, sonra da kendisini tahtından ve canından ettiğinden söz ederler. Selim aynı zamanda şair ve bestekardır. Klasik Türk müziğinde önemli bir yeri vardır. Selim 18. YY.’nin ıslahatçı geleneği içinde yetişmiş ve daha veliaht iken, ihtilal öncesinin Fransa kralı olan 16. Louis ile yapılabilecek ıslahat konusunda gizlice mektuplaşmış, ondan tavsiyeler almıştır. Bu davranış bile Selimin ıslahat yolunda seleflerinden daha ileri gitmek niyetinde olduğunu gösterir ancak III. Selim çok kötü şartlarda iktidarı devralmıştır. Osmanlı devleti 1787 Rusya ertesi yılda Avusturya ile başlamış bir savaşın içindedir.
III. Selim batıyı tanımak, devletin durumunu öğrenmek için devlet adamlarını seferber ediyor
Savaş sona ermeden padişah ıslahat sorununa el attı ve 1791 Ziştovi barışının ardından da Ebu Bekir Ratip Efendiyi Viyana’ya elçi gönderdi. Ratip’in görevi Avusturya hakkında bilgi toplamaktı. Bu bilgi 500 sayfalık bir sefaretname olarak III. Selime ulaştı. Bunun dışında Selim kamu hayatının çeşitli kesimlerinden 22 kişiden (biri yabancı biri de yerli hıristiyandı) devletin zaaf nedenlerini ve alınması gereken ısla-hat tedbirleri hakkında görüş istedi. Sonuç olarak layiha adını taşıyan 22 rapor çıktı. Başarısız geçen savaş daha yeni bitmiş ya da bitmek üzere olduğu için, en çok üzerinde durulan askeri ıslahat konusuydu. Herkes durumdan şikayetçi olmakla birlikte kimisi Kanuni devri düzenine dönmeyi, kimi yepyeni kurumların teşkil edilmesini, kimileri de yeniçeri ocağının çağdaşlaştırılması gibi ortalama çözümleri sunuyordu. Selim ıslahatı kendi kadrosuyla yapmak istiyordu. Kendisine karşı oluşan tepki ve dedikoduya aldırmadan arkadaş ve kafadarlarına mevkiler verip etrafına topladı. Hareketine de Nizam-ı Cedit (Yeni Düzen) adı verildi. Selimin kendi ıslahatı için kullandığı bu deyimin ilham kaynağı Fransa idi. Fransız ihtilalinin getirdiği düzene Fransızlar yeni düzen demişlerdi. Selimin kendi ıslahatı için aynı adı benimsemiş olması onun ıslahatlarının ilham kaynağını, cesaretini göstermekle birlikte Selim ve arkadaşlarının batıyı ne kadar bilinçsizce taklit ettiklerinin göstergesidir çünkü Selim ve adamları doğu istibdadının adamlarıdır. İnsanlık tarihinin büyük bir özgürleşme ve demokratikleşme hamlesi olan Fransız ihtilalini benimsemeleri mümkün değildir. Osmanlıların ihtilalin özgürleşme ve demokratikleşme yönünü idrak etmeleri biraz vakit alacak, idrak ettiklerinde de bu kavramları şiddetle ve nefretle reddedeceklerdi. Selim döneminde gördükleri ise bu ihtilalin onları iyi kötü Avusturya ve Rusya’nın elinden kurtardığıydı. Üstelik bu hareket Hıristiyanlığı dışladığı için de zararsız görünüyor ve batının “maddi” yeniliklerini benimsemeyi kolaylaştırıyordu.
Nizam-ı Cedit ıslahatlarının etkisi en çok askeri alanda görüldü. Nelerdi bu ıslahatlar?
• Mevcut ocakların ıslahı (Ağaların yetkilerinin sınırlanması, askerin ayıklanması, talim yapma şartı, dirliklerin düzenlenmesi, yeniçeri sayısının azaltılması, Baron de Tot’un yeniçeri teknik sınıflarında yaptığı değişim)
• Eski ocaklarda alınabilecek mesafenin sınırlı olduğu düşünüldüğü içindir ki (bunda haklıdırlar. Çünkü yeniçeriler ve tımarlı sipahiler için alınan önlemler kağıt üzerinde kalmış ya da bir süre sonra çığırından çıkarak eski durumuna gelmiştir. Yeniçeriler, ancak birkaç ay talim yaptıktan sonra “Bu talim gavur işidir” diyerek tepkilerini göstermeye başlamışlardır.) 1793’de Nizam-ı Cedit olarak tanınan yeni bir ocak kuruldu. Yeniçerilerin itirazlarını karşılamak için de bu yeni birlik Bostancı ocağına bağlandı ve resmi adı “Bostancı Tüfenkçisi Ocağı” oldu.
• Nizam-ı Cedidin ayrı kışlaları, ayrı kıyafetleri olduğu gibi masraflarını karşılamak için de “İmd-i Cedit Defterdarlığı” kuruldu. Bu ayrılıkların nedeni Nizam-ı Cedid’in mümkün olduğu kadar bozuk düzenle temasını, etkilenmesini önlemek-ti.
• 1795’te Mühendishane-i Berri Hümayun (Kara Mühendishanesi) kuruldu. Buradan yetişenler, Nizam-ı Cedit, topçu, toparabacı, humbaracı, lağımcı ocaklarına subay oldular.
• Donanmada tayin ve terfiler düzene sokuldu, teftiş sistemi ve disiplin getirildi. Tersane genişletildi. Mühendishane-i Bahri Hümayunun programı daha kapsamlı hale getirildi. Bahriye için bir sağlık örgütü, bir top okulu kuruldu. Avrupa’dan tıp aletleri, kitapları getirtildi, kimileri Türkçe’ye çevrildi. İlk kez bulaşıcı hastalıklar için karantina uygulaması başlatıldı.
Nizam-ı Cedit hareketini değerlendiren iki farklı görüş vardır. Bunlardan birincisi Nizam-ı Cedidin hayatın pek çok alanını içine alan kapsamlı bir hareket olduğu
görüşüdür.
İkincisi ise kapsamlı bir hareket olmakla birlikte esas ağırlığın yine askeri ıslahatta olduğu görüşüdür.
• III. Selimin hatt-ı hümayunlarına bakıldığında geleneksel bir Osmanlı padişahı portresi açıkça ortaya çıkar, o nedenle de bazı tarihçiler III. Selimi gelenekçi ıslahat çizgisinin bir devamcısı sayarlar. III. Selimle ilgili bu tanımlamayı kabul et-sek dahi, onun ıslahat çizgisinin en ileri noktasına ulaştığını da belirtmek gerekir. Ayrı bir piyade ocağının kurulması, Avrupa ile olan temasların sıklaşması (Avrupa’dan gelen uzmanların çokluğu, Avrupa’da daimi elçiliklerin açılması, Osmanlı devletinin Avrupa’ya açılması) ulaşılan noktanın kanıtlarıdır. Bunun dışında III. Selim döneminin ıslahatlarının en önemli sonucu da Osmanlı dış politikasında hissedilecektir. III. Selim döneminde dışarıya gönderilen yaşını başını almış yabancı dil bilmeyen paşalar batıyı anlamak, dışa açılmak anlamında pek bir işe yaramadılarsa da bunların maiyetindeki gençlerin bir bölümü başta Fransızca olmak üzere batı dillerini öğrendiler. Avrupa’yı anlamaya ve öğrenmeye hazır bir tavırları oldu. Avrupa’nın çeşitli toplum kesimleri ile temas ve dostlukları oldu. 1821 Yunan ihtilalinden sonra tercümanlık işi Müslümanlara geçince temaslar daha da yoğunlaşacaktı.
III. SELİM DÖNEMİ SİYASİ GELİŞMELER
“ Selim’in güvendiği dağlara karlar yağıyor, Fransızlar Mısır’ı işgal ediyor.”
Fransa’nın yükselen yıldızı General Napolyon’un Avrupa’daki başarıları Fransa ile Osmanlı Devleti’ni Rumeli’de komşu durumuna getirmişti. Bu durum Osmanlı Hü-kümetini kuşkulandırsa da bu kuşkuların Rumeli sınırları için değil Kuzey Afrika için doğruluğu Napolyon’un Mısır’ı işgali doğrulandı. Fransa’nın amacı Osmanlı ülkesinden pay almak ve İngiltere’nin Hindistan yolunu tehdit edebilmektir. Osmanlıların Mısır’da Fransa’nın karşısına çıkarabilecekleri doğru dürüst kuvvetleri yoktur. İşe çıkarları zedelenen İngiltere karışır. Ancak Napolyon İngiliz donanmasını atlatarak Mısır’ı işgal etmiştir. Osmanlıların güvendikleri Kölemen beyleri kaçmıştır. İngiltere daha sonra Fransız donanmasını Abukır’da yakalayıp tahrip eder. Napolyon’un Fransa ile olan bağlantısını keser. İngiltere Mısır için Fransa ile savaşa girerken ilginç olan Osmanlı Devleti’nin iki ay sonra Fransa’ya savaş ilanında bulunabilmesidir. Kendi toprağını korumaktan aciz Osmanlı en güvendiği yabancı dostunun yaptığına inanamamaktadır. Belki de İngiltere, Avusturya, Rusya’nın yardım ve önerilerinin en iyi biçimde değerlendirilebilmesi isteği böyle bir gecikmeyi yaratmıştı.
Osmanlı Fransa’nın Mısır’ı işgalini İngiltere ve Rusya’nın yardımı ile sona erdiriyor
Osmanlı İngiltere yardımı ile birlikte Rus yardımını da kabul edecektir. Rus gemileri ilk kez boğazlardan geçecek ve Fransa’nın karşısında İngiliz donanmasıyla birlikte savaşacaktır.Osmanlı 18.yy’daki en önemli rakibinin yardımını almaya muhtaçtır. Ancak Mısır’daki Napolyon’un durumu da zorlaşmıştır. Donanmasını yitirmiş Napolyon bir kara harekatıyla Mısır’dan çıkmak ister. Ancak Akka kalesi önünde durdurulur. Akka zaferi Nizam-ı Cedit askerinin yararını ortaya koyar bu yüzden de sayısının arttırılmasına neden olur.
Fransızlar için işler Avrupa’da da iyi gitmiyordu. Fransız orduları Avusturya’ya yenilmiş, Direktuvar idaresi sallanmaktaydı. Bunun üzerine Napolyon komutayı yardımcısına devredip Fransa’ya döndü. Gelişmeler onu bir süre sonra Fransa’da imparator durumuna getirecektir. Mısır’da ise günbegün eriyen Fransız kuvvetleri sonuçta barışa razı olmuştur. (1802) El Ariş Antlaşmasıyla Mısır’ı terk etmişlerdir. Mısır’ın Fransızlardan temizlenmesi, yeni sorunlar doğurdu. İngilizlerin Mısırdan ayrılmaya pek istekli görünmemesi Osmanlı devlet adamları arasında İngiliz ittifakı mı? Fransız ittifakı mı? Tartışmalarını başlattı. Bu tartışmaları ve ittifak arayışlarını Osmanlı yönetimi 19. yy boyunca sık sık yaşayacaktır. Osmanlı yönetimi tekrar Fransa’ya yakınlaştı. Fransa ile bir anlaşma yapıldı, Karadeniz’de ticaret hakkı verildi. Aynı hak İngiltere'ye de verildi. Bir süre sonra İngilizler Mısır’dan çekildiler.
Mısır’da 4 yıla yakın kalan Fransızlar Mısır yönetimine Osmanlı veya Memluk yöneticileri yerine Mısırlıları sokmuşlardır. Ayrıca Osmanlı vergilendirme usulleri yerine Fransız uygulamalarını getirmişlerdir. Böylece Mısır başka yörelere göre çağdaşlaşmaya daha hazır hale gelmiş oldu. Bu durum (1805) yılından sonra ayaklanarak Mısır valisi olan Kavalalı Mehmet Ali Paşanın başarısına ve Fransızlarla işbirliğine zemin hazırlayacaktır.
SORU:
• Küçük Kaynarca Antlaşmasına göre;
“Ruslar; İstanbul’da elçi bulundurabilecekler ve diledikleri yerde konsolosluk açabilecekler”
“Rus Hıristiyanları kutsal yerleri serbestçe ziyaret edebilecekler ve Ortodoksları Ruslar gözetecekti”
Rusların bu maddeleri antlaşmaya koydurtmalarının nedenini yazın.
KAZANILMASI GEREKEN DAVRANIŞLAR:
• Osmanlı Devleti'nin hakim olduğu toprakları ve cereyan eden önemli olayları haritalar üzerinde gösterebilmeli.
• Bu dönem siyasi olayların sebep ve sonuçlarını açıklayabilmeli.
• Bu dönemde Osmanlı Devleti'nin izlediği siyaseti açıklayabilmeli.
• Pasarofça sonrası Osmanlı Devleti'nin barış siyasetini oluşturma nedenlerini açıklayabilmeli.
1789’da Osmanlı tahtında yenilikçi bir padişah III. Selim (1789- 1807) Türk Modernleşmesinde Bir Dönüm Noktası
III. Selim, III. Mustafa’nın oğluydu. Nezaketi ve merhametiyle tanınır. Tarihler onun bu niteliklerinin onu ıslahat içinde önce başarısızlığa götürdüğünü, sonra da kendisini tahtından ve canından ettiğinden söz ederler. Selim aynı zamanda şair ve bestekardır. Klasik Türk müziğinde önemli bir yeri vardır. Selim 18. YY.’nin ıslahatçı geleneği içinde yetişmiş ve daha veliaht iken, ihtilal öncesinin Fransa kralı olan 16. Louis ile yapılabilecek ıslahat konusunda gizlice mektuplaşmış, ondan tavsiyeler almıştır. Bu davranış bile Selimin ıslahat yolunda seleflerinden daha ileri gitmek niyetinde olduğunu gösterir ancak III. Selim çok kötü şartlarda iktidarı devralmıştır. Osmanlı devleti 1787 Rusya ertesi yılda Avusturya ile başlamış bir savaşın içindedir.
III. Selim batıyı tanımak, devletin durumunu öğrenmek için devlet adamlarını seferber ediyor
Savaş sona ermeden padişah ıslahat sorununa el attı ve 1791 Ziştovi barışının ardından da Ebu Bekir Ratip Efendiyi Viyana’ya elçi gönderdi. Ratip’in görevi Avusturya hakkında bilgi toplamaktı. Bu bilgi 500 sayfalık bir sefaretname olarak III. Selime ulaştı. Bunun dışında Selim kamu hayatının çeşitli kesimlerinden 22 kişiden (biri yabancı biri de yerli hıristiyandı) devletin zaaf nedenlerini ve alınması gereken ısla-hat tedbirleri hakkında görüş istedi. Sonuç olarak layiha adını taşıyan 22 rapor çıktı. Başarısız geçen savaş daha yeni bitmiş ya da bitmek üzere olduğu için, en çok üzerinde durulan askeri ıslahat konusuydu. Herkes durumdan şikayetçi olmakla birlikte kimisi Kanuni devri düzenine dönmeyi, kimi yepyeni kurumların teşkil edilmesini, kimileri de yeniçeri ocağının çağdaşlaştırılması gibi ortalama çözümleri sunuyordu. Selim ıslahatı kendi kadrosuyla yapmak istiyordu. Kendisine karşı oluşan tepki ve dedikoduya aldırmadan arkadaş ve kafadarlarına mevkiler verip etrafına topladı. Hareketine de Nizam-ı Cedit (Yeni Düzen) adı verildi. Selimin kendi ıslahatı için kullandığı bu deyimin ilham kaynağı Fransa idi. Fransız ihtilalinin getirdiği düzene Fransızlar yeni düzen demişlerdi. Selimin kendi ıslahatı için aynı adı benimsemiş olması onun ıslahatlarının ilham kaynağını, cesaretini göstermekle birlikte Selim ve arkadaşlarının batıyı ne kadar bilinçsizce taklit ettiklerinin göstergesidir çünkü Selim ve adamları doğu istibdadının adamlarıdır. İnsanlık tarihinin büyük bir özgürleşme ve demokratikleşme hamlesi olan Fransız ihtilalini benimsemeleri mümkün değildir. Osmanlıların ihtilalin özgürleşme ve demokratikleşme yönünü idrak etmeleri biraz vakit alacak, idrak ettiklerinde de bu kavramları şiddetle ve nefretle reddedeceklerdi. Selim döneminde gördükleri ise bu ihtilalin onları iyi kötü Avusturya ve Rusya’nın elinden kurtardığıydı. Üstelik bu hareket Hıristiyanlığı dışladığı için de zararsız görünüyor ve batının “maddi” yeniliklerini benimsemeyi kolaylaştırıyordu.
Nizam-ı Cedit ıslahatlarının etkisi en çok askeri alanda görüldü. Nelerdi bu ıslahatlar?
• Mevcut ocakların ıslahı (Ağaların yetkilerinin sınırlanması, askerin ayıklanması, talim yapma şartı, dirliklerin düzenlenmesi, yeniçeri sayısının azaltılması, Baron de Tot’un yeniçeri teknik sınıflarında yaptığı değişim)
• Eski ocaklarda alınabilecek mesafenin sınırlı olduğu düşünüldüğü içindir ki (bunda haklıdırlar. Çünkü yeniçeriler ve tımarlı sipahiler için alınan önlemler kağıt üzerinde kalmış ya da bir süre sonra çığırından çıkarak eski durumuna gelmiştir. Yeniçeriler, ancak birkaç ay talim yaptıktan sonra “Bu talim gavur işidir” diyerek tepkilerini göstermeye başlamışlardır.) 1793’de Nizam-ı Cedit olarak tanınan yeni bir ocak kuruldu. Yeniçerilerin itirazlarını karşılamak için de bu yeni birlik Bostancı ocağına bağlandı ve resmi adı “Bostancı Tüfenkçisi Ocağı” oldu.
• Nizam-ı Cedidin ayrı kışlaları, ayrı kıyafetleri olduğu gibi masraflarını karşılamak için de “İmd-i Cedit Defterdarlığı” kuruldu. Bu ayrılıkların nedeni Nizam-ı Cedid’in mümkün olduğu kadar bozuk düzenle temasını, etkilenmesini önlemek-ti.
• 1795’te Mühendishane-i Berri Hümayun (Kara Mühendishanesi) kuruldu. Buradan yetişenler, Nizam-ı Cedit, topçu, toparabacı, humbaracı, lağımcı ocaklarına subay oldular.
• Donanmada tayin ve terfiler düzene sokuldu, teftiş sistemi ve disiplin getirildi. Tersane genişletildi. Mühendishane-i Bahri Hümayunun programı daha kapsamlı hale getirildi. Bahriye için bir sağlık örgütü, bir top okulu kuruldu. Avrupa’dan tıp aletleri, kitapları getirtildi, kimileri Türkçe’ye çevrildi. İlk kez bulaşıcı hastalıklar için karantina uygulaması başlatıldı.
Nizam-ı Cedit hareketini değerlendiren iki farklı görüş vardır. Bunlardan birincisi Nizam-ı Cedidin hayatın pek çok alanını içine alan kapsamlı bir hareket olduğu
görüşüdür.
İkincisi ise kapsamlı bir hareket olmakla birlikte esas ağırlığın yine askeri ıslahatta olduğu görüşüdür.
• III. Selimin hatt-ı hümayunlarına bakıldığında geleneksel bir Osmanlı padişahı portresi açıkça ortaya çıkar, o nedenle de bazı tarihçiler III. Selimi gelenekçi ıslahat çizgisinin bir devamcısı sayarlar. III. Selimle ilgili bu tanımlamayı kabul et-sek dahi, onun ıslahat çizgisinin en ileri noktasına ulaştığını da belirtmek gerekir. Ayrı bir piyade ocağının kurulması, Avrupa ile olan temasların sıklaşması (Avrupa’dan gelen uzmanların çokluğu, Avrupa’da daimi elçiliklerin açılması, Osmanlı devletinin Avrupa’ya açılması) ulaşılan noktanın kanıtlarıdır. Bunun dışında III. Selim döneminin ıslahatlarının en önemli sonucu da Osmanlı dış politikasında hissedilecektir. III. Selim döneminde dışarıya gönderilen yaşını başını almış yabancı dil bilmeyen paşalar batıyı anlamak, dışa açılmak anlamında pek bir işe yaramadılarsa da bunların maiyetindeki gençlerin bir bölümü başta Fransızca olmak üzere batı dillerini öğrendiler. Avrupa’yı anlamaya ve öğrenmeye hazır bir tavırları oldu. Avrupa’nın çeşitli toplum kesimleri ile temas ve dostlukları oldu. 1821 Yunan ihtilalinden sonra tercümanlık işi Müslümanlara geçince temaslar daha da yoğunlaşacaktı.
III. SELİM DÖNEMİ SİYASİ GELİŞMELER
“ Selim’in güvendiği dağlara karlar yağıyor, Fransızlar Mısır’ı işgal ediyor.”
Fransa’nın yükselen yıldızı General Napolyon’un Avrupa’daki başarıları Fransa ile Osmanlı Devleti’ni Rumeli’de komşu durumuna getirmişti. Bu durum Osmanlı Hü-kümetini kuşkulandırsa da bu kuşkuların Rumeli sınırları için değil Kuzey Afrika için doğruluğu Napolyon’un Mısır’ı işgali doğrulandı. Fransa’nın amacı Osmanlı ülkesinden pay almak ve İngiltere’nin Hindistan yolunu tehdit edebilmektir. Osmanlıların Mısır’da Fransa’nın karşısına çıkarabilecekleri doğru dürüst kuvvetleri yoktur. İşe çıkarları zedelenen İngiltere karışır. Ancak Napolyon İngiliz donanmasını atlatarak Mısır’ı işgal etmiştir. Osmanlıların güvendikleri Kölemen beyleri kaçmıştır. İngiltere daha sonra Fransız donanmasını Abukır’da yakalayıp tahrip eder. Napolyon’un Fransa ile olan bağlantısını keser. İngiltere Mısır için Fransa ile savaşa girerken ilginç olan Osmanlı Devleti’nin iki ay sonra Fransa’ya savaş ilanında bulunabilmesidir. Kendi toprağını korumaktan aciz Osmanlı en güvendiği yabancı dostunun yaptığına inanamamaktadır. Belki de İngiltere, Avusturya, Rusya’nın yardım ve önerilerinin en iyi biçimde değerlendirilebilmesi isteği böyle bir gecikmeyi yaratmıştı.
Osmanlı Fransa’nın Mısır’ı işgalini İngiltere ve Rusya’nın yardımı ile sona erdiriyor
Osmanlı İngiltere yardımı ile birlikte Rus yardımını da kabul edecektir. Rus gemileri ilk kez boğazlardan geçecek ve Fransa’nın karşısında İngiliz donanmasıyla birlikte savaşacaktır.Osmanlı 18.yy’daki en önemli rakibinin yardımını almaya muhtaçtır. Ancak Mısır’daki Napolyon’un durumu da zorlaşmıştır. Donanmasını yitirmiş Napolyon bir kara harekatıyla Mısır’dan çıkmak ister. Ancak Akka kalesi önünde durdurulur. Akka zaferi Nizam-ı Cedit askerinin yararını ortaya koyar bu yüzden de sayısının arttırılmasına neden olur.
Fransızlar için işler Avrupa’da da iyi gitmiyordu. Fransız orduları Avusturya’ya yenilmiş, Direktuvar idaresi sallanmaktaydı. Bunun üzerine Napolyon komutayı yardımcısına devredip Fransa’ya döndü. Gelişmeler onu bir süre sonra Fransa’da imparator durumuna getirecektir. Mısır’da ise günbegün eriyen Fransız kuvvetleri sonuçta barışa razı olmuştur. (1802) El Ariş Antlaşmasıyla Mısır’ı terk etmişlerdir. Mısır’ın Fransızlardan temizlenmesi, yeni sorunlar doğurdu. İngilizlerin Mısırdan ayrılmaya pek istekli görünmemesi Osmanlı devlet adamları arasında İngiliz ittifakı mı? Fransız ittifakı mı? Tartışmalarını başlattı. Bu tartışmaları ve ittifak arayışlarını Osmanlı yönetimi 19. yy boyunca sık sık yaşayacaktır. Osmanlı yönetimi tekrar Fransa’ya yakınlaştı. Fransa ile bir anlaşma yapıldı, Karadeniz’de ticaret hakkı verildi. Aynı hak İngiltere'ye de verildi. Bir süre sonra İngilizler Mısır’dan çekildiler.
Mısır’da 4 yıla yakın kalan Fransızlar Mısır yönetimine Osmanlı veya Memluk yöneticileri yerine Mısırlıları sokmuşlardır. Ayrıca Osmanlı vergilendirme usulleri yerine Fransız uygulamalarını getirmişlerdir. Böylece Mısır başka yörelere göre çağdaşlaşmaya daha hazır hale gelmiş oldu. Bu durum (1805) yılından sonra ayaklanarak Mısır valisi olan Kavalalı Mehmet Ali Paşanın başarısına ve Fransızlarla işbirliğine zemin hazırlayacaktır.
SORU:
• Küçük Kaynarca Antlaşmasına göre;
“Ruslar; İstanbul’da elçi bulundurabilecekler ve diledikleri yerde konsolosluk açabilecekler”
“Rus Hıristiyanları kutsal yerleri serbestçe ziyaret edebilecekler ve Ortodoksları Ruslar gözetecekti”
Rusların bu maddeleri antlaşmaya koydurtmalarının nedenini yazın.
KAZANILMASI GEREKEN DAVRANIŞLAR:
• Osmanlı Devleti'nin hakim olduğu toprakları ve cereyan eden önemli olayları haritalar üzerinde gösterebilmeli.
• Bu dönem siyasi olayların sebep ve sonuçlarını açıklayabilmeli.
• Bu dönemde Osmanlı Devleti'nin izlediği siyaseti açıklayabilmeli.
• Pasarofça sonrası Osmanlı Devleti'nin barış siyasetini oluşturma nedenlerini açıklayabilmeli.